Gülay
KAVAK
Şehit Düştüğü Tarih: 7 Eylül 2001
Şehit Düştüğü Yer: İstanbul, Küçükarmutlu Direniş Evi
Doğduğu Tarih: 1972
Doğduğu Yer: Zonguldak, Ulus, Kirazcık
Köyü
Mezar Yeri: Bartın
20
Ekim 2000’de başlatılan ölüm orucu eylemine tutuklu olduğu Ümraniye Hapishanesinde
katılan ve tahliye edildikten sonra dışarda,
Armutlu’da ölüm orucuna devam eden Gülay Kavak, 7
Eylül cuma günü 19.50'te şehit düştü.
Gülay Kavak, 19-22 Aralık
katliamını Ümraniye Hapishanesinde yaşamış, ardından Kartal Özel Tip
Hapishanesine götürülmüş, durumunun ağırlaşması üzerine Şişli Etfal Hastanesine kaldırılmış, burada zorla müdahaleye
maruz kalmıştı.
1 Temmuz 2001’de tahliye
edildiğinde, hiç tereddütsüz direniş evine geldi ve alın bandını kuşandı.
Gülay Kavak, l972 Zonguldak-Ulus,
Kirazcıkköyü doğumludur.
Liseyi Antakya’da okudu.
Devrimcilere o dönemde sempati duymaya başladı. İstanbul’a geldikten sonra,
1990’da bir Dev-Genç’li olarak mücadeleye katıldı. 12 Temmuz 1991 operasyonu sonrasında
tutuklandı. l993 yılında hapishaneden çıktıktan sonra gençlik alanında
mücadeleye devam etti. Gençlik alanında milis sorumlusu oldu.
1993 Temmuz'unda gençlik
mücadelesinin yönetici kadrolarından Erol Yalçın’la evlendiler. Erol Yalçın,
evliliklerinin üzerinden iki ay geçmeden 26 Kasım 1993’te katledildi. Gülay,
hiçbir tereddüte düşmeden mücadelesini sürdürdü. 1994
yılında tekrar tutsak düştü. Bayrampaşa ve ardından Ümraniye hapishanelerinde
kaldı.
Bir Dev-Genç’linin ataklığıyla,
cüretiyle, dinamizmiyle mücadele etti hep. 1996’da, hapishanelere yönelik
saldırı gündeme geldiğinde, o da ölüm orucu gönüllüsüydü. 1996 ölüm orucunda
ikinci ölüm orucu ekibinde yer aldı.
2000’de bir kez daha hücre
saldırısıyla karşı karşıya kalındığında, o da yüzlerce yoldaşı gibi, en önde
olmak için öne fırladı. Ümraniye hapishanesi birinci ölüm orucu ekibinde yer
aldı. 19 Aralık katliamını yaşadı. Zorla müdahalelere maruz kaldı.
1 Temmuz’da tahliye edildi.
Katliamcılar onu dışarı
bıraktığında, tahliye manevrasının figüranı olmayı, direniş kırıcısı olmayı
reddetti. Hainlere ders vererek, ihanete meydan okuyarak, onurlu olmanın
direnmekten, verdiği söze sonuna kadar sadık kalmaktan geçtiğini bilerek,
ihanetin değil, kahramanlığın yolunu seçti.
Hatalara, eksikliklere düştüğü de
oldu. O kendi içindeki düşmanı da yendi. "Ölüm Orucu eylemini sürdürüp
zafere koşmak görevim. Bu görev benim için büyük bir şeref..." diyordu. Bu
şerefi, onuru, alnındaki kızıl bantını ölümsüzlüğe
kadar taşıyarak kazandı.
***
Gülay Kavak'ın ölüm orucuna gönüllülük
yazısı:
Gelecek Marksizm-Leninizmin
doğrularıyla
kurulacak
ve emperyalizm yokolacaktır
Merhaba;
84 Ölüm orucu direnişimizin büyük
kahramanlığı ile büyüdük. 1996 ölüm orucu direnişimizle kitlesel kahramanlık
destanı yazarak dünyayı sarstık. Ulucanlar direnişimizle emperyalizme ve
oligarşiye, öleceğimizi ama asla teslim olmayacağımızı haykırdık. Her kavgada,
her çatışmada zaferleri daha da büyüterek yürüdüğümüzü tüm dünyaya,
halklarımıza halklarımızla birlikte gösterdik. Bu büyük onuru, kahramanlığı
tarihe nakşeden kahraman şehitlerimiz, İdilleri'miz, Berdanları'mız, Yemoları'mız İsmetleri'miz oldular. Ve kahraman şehit yoldaşlarımızın
yaşamlarının her anından öğrenen ve onların yolundan yürüyen Erhanları'mız, Adaletleri'miz tüm
dünyaya önderimiz Sabo'nun sözlerinin kanıtı oldular. "Bizler Kızıl karanfiller
olarak Türkiye'nin dört bir yanında açacağız". Zaferleri daha büyük
zaferlerle büyütmek ve iktidarı kazanmak bizim Parti-Cephemizin eseri
olacaktır. Bu kuşku duyulamaz bir gerçekliktir. Bugün devlet, emperyalizm
bilumum düşmanlar kendi yokoluşlarını örtbas etmek
için bir sürü demagoji yapıyor. Sahte zafer naraları
atıyorlar. Biliyor ve inanıyorum ki gelecek Marksizm-Leninizmin
doğrularıyla, bizim doğrularımızla kurulacak ve emperyalizm yokolacaktır.
Bu yüzyılda Türkiye'yi devrimimizle yerinden oynatacağız.
Bugüne kadar düşmanın
saldırılarına hangi yöntemleri nasıl kullanarak cevap veririz diyerek düşündüm.
Yapacağımız direniş 96 Ölüm orucunu aşan, Ulucanlar'ı
aşan bir nitelikle somut bir zafere dönüşebilirdi. Bu yanıyla Parti-Cephemizin
tıpkı 96 ölüm orucunda olduğu gibi politikalarıyla, aldığı kararlarla daha
büyük bir güvenle hareket ettiğini gördüm. Bu güven partimizin özgür
tutsaklarına bizlere duyduğu güvendir. Bu onuru büyütmek bizim en temel
görevimizdir. Ölüm orucu geçti gözlerimin önünden, İDİL'imizin "Yaşamış sayılmaz zaten yurdu için ölmeyen"
sözleri, Berdan'ımızın büyük bir inatçılık ve
iradesiyle zafere kilitlenmesi, "Bayraklarımıza ve şehitlerimize and olsun ki zaferi biz kazanacağız" deyişi, son
dakikalarında dahi sosyalizm inancını tüm dünyaya duyurmasına yeniden yeniden "çok açık" diyerek haykırması, şehit
yoldaşlarımızın hesabını sormak için İDİL gibi mitralyöz olup düşmanın beyninde
patlamak, İsmet gibi düşmanı teslim almak benim ve yoldaşlarımın namus borcu,
sosyalizm inancı, Parti-Cephe'li olmanın hazzıdır. 96 Ölüm Orucunda da
ikinci ekipte görevliydim. Hemen yoldaşlarımın ardında sıradaydım. Bizlere
güvenerek, bayrağı bizlere teslim ederek şehit düştüler. Bugün bu bayrağı alıp
ardımızdaki yoldaşlara teslim etmek görevim, inancım, önderimizin ve partimizin
gösterdiği yolumdur. Düşmanın önümüzde diz çöktüğü günler bugünden nettir,
burada bir nefer olabilmek okyanuslar kadar, denizler kadar büyük olan
ailemizin bir parçası olarak böyle bir onurla halklarımıza ve şehitlerimize
karşı duyduğum sorumluluğu büyüterek tamamlamak en büyük arzumdur.
96 Ölüm Orucunda alınlarımıza
takılan bant, bugün çok daha büyük bir güce dönüşmüştür. yönetici
yoldaşlarımızın biri şöyle demişti bir gün: "bu bantı
bugün çıkardık ama bir ömür boyu alnımızda taşıyacağız. Bu misyonla
hareket etmek her birimizin görevidir". Yoldaşlarımızın bize devrettikleri
bayrağı ben kişi olarak yaşamda ne kadar ileriye taşıdım. Bu konuda
yanlışlıklara, olumsuzluklara düştüğüm oldu, buradaki gerçeğimi biliyorum. Berdan gibi yaşamın her karesinde öğrenen öğreten olamadım,
olmadım, bu konuda dayatmalarım oldu. Müjdat gibi mütevazi
doğal önderlik misyonunu yerine getiremedim, sızlandım, İDİL gibi devrimci
kadını yüceltmekte sorunlar yaşadım. Ama biliyor ve inanıyorum ki tüm olumluluk
ve olumsuzluklarımla birlikte şehitlerimizden devraldığımız bayrağı partimizin
ve önderimizin yol gösterdiği gibi taşıdım. Şimdi taşıdığım bu bayrağı daha
büyük bir hız ve cüretle yeni bir zafer cephesine dikmek benim için sevgilerin,
mutlulukların en yücesi, en onurlusu olacaktır. Buradaki gücüm, Partim Cephem,
şehit yoldaşlarım ve yoldaşlarımdır. Buna güveniyorum.
Yaşadığımız bu dört yıllık
süreçte özgürlük tutkusu damarlarımızdan akan kan gibi alev alevdi. Yüreğimiz
hep bu heyecanla çarptı. Bunun heyecanıyla dolup taştık. Şimdi, yeni yüzyıldan
ilk ölüm orucu direnişimizle eriteceğiz bu lanet duvarlarını, şimdi özgürlük
tutkumuz ölüm orucuyla zafer tutkumdur. Sonsuz bir özgürlüğe kavuşacağım ve
orada kahraman şehitlerimizle birlikte olacağım. Bundan daha büyük bir gurur
olabilir mi? Şehit yoldaşlarımızın dediği gibi, bedenimle yüreğimle düşmanın
yenildiğini bir kez daha yenildiğini görmek buradaki bir yapıya katkıda
bulunmak ve yeni filizlerin doğumuna maya olmak...
Müjdat Ölüm Orucu yeniden
doğmaktır diyordu. Ölüm orucu yeniden daha büyük zaferlerin önünü açmaktır.
Kazanacağımıza, halklarımızın kazanacağına inancım tamdır. Bu inançla
gönüllüyüm... Hepimize başarılar derken, şimdiden başaracağımızın sevinciyle
kucaklıyorum.
Devrimci selamlar sevgiler
Gülay KAVAK
25 Mart 2000
***
Gülay Kavak'ın
Parti'ye gönderdiği bir diğer gönüllülük yazısı.
Direnişte büyüdü yüreklerimiz
Kontrgerilla devleti bizi
kimliğimizden, düşüncelerimizden vazgeçirmek için yola çıkmış. Hücre
hapishaneleriyle stratejik bir saldırı planladılar. Bizi teslim almak istiyorlar,
halklarımızın kurtuluş umudunu, sosyalizm umudunu yok etmek istiyorlar.
Bunu asla başaramayacaklar.
Düşmana stratejimizle cevap vereceğiz. Asla teslim olmayacak, son nefesimize
kadar direnecek, düşmanı bir kez daha önümüzde diz çöktüreceğiz. Kurtuluşun
yolunda yürüyeceğiz. Bu yol Berdanlar'ın, İdiller'in '96 Ölüm Orucu şehitlerimizin yoludur. Ölüm
Orucu düşmanın tüm saldırılarına cevap verecek, hücreleri parçalayacak bir meydan
muharebesinin adıdır. Bu muharebede Berdan gibi
mermi, İdil gibi MİTRALYÖZ olmaya hazırım. Ölüm Orucu gönüllüsüyüm.
Parti-Cephe'nin bir kadrosu
olarak her türden zorluğu partimin bana verdiği güçle, ideolojimize olan
güvenle zafere dönüştüreceğime inanıyorum. Parti-Cephe şehitleri bir denizdir
bugün. O denizde bir parçada ben olmak istiyorum.
Yaklaşık yedi yıldır özgür tutsak
geleneği ile hapishanedeyim. Direnişte büyüdü yüreklerimiz. Buca'ya,
Ümraniye'ye, '96 Ölüm Orucu'na, Ulucanlar'a koştu
bilinçlerimiz. Şehit yoldaşlarımızın mirasına hiç kimseye el sürdürtmeyeceğiz.
Düşen her bir yoldaşımız bayrağı geriye kalanlara teslim ediyor. Bu sefer
bayrağı taşıyanların arasında olmak istiyorum.
Zaferi mutlaka halklarımıza
armağan edeceğiz.
Önderimizi kucaklıyor,
Parti-Cephemizi selamlıyorum. Tüm yoldaşlarıma "Ya Özgür Vatan Ya
Ölüm" diyerek başarılar diliyorum...
Devrimci Selamlar
06.08.2000
GÜLAY KAVAK
***
GÜLAY KAVAK'IN GENÇLİĞE SESLENİŞİ
Adım Gülay Kavak, Ölüm
Oruççusuyum.
Ülkemizin geleceğini temsil eden
gençliğe, genç kardeşlerimize sesleniyorum. Bugün bir devrimci olarak Ölüm
Orucunda sizleri, ülkemiz gençliğini temsil etmekten gururluyum. Sizlerin,
sizin gibi genç kardeşlerim arasından çıkan bir savaşçı olarak diyorum ki;
Gençlik güvenin, cesaretin,
cüretin, gelecek güzel günlere olan hayallerimizin adıdır. Sizleri bütün
okuyan, okuma hakkı elinden alınan, çalışan, işsiz gençlerimizi seviyorum.
(...)
Bizler gençlik olarak istedik ki,
Onurlu, insanca, gelecek
kaygısının olmadığı bir vatanımız olsun.
Bizler gençlik olarak istedik ki,
Kendi geleceğimiz hakkında söz ve
karar hakkımız olsun.
İstedik ki özgürce düşünelim,
araştıralım, özgürce çalışalım, öğrenelim, paylaşalım, kendimizi yetiştirelim.
İstedik ki, emeğiyle, alınteriyle bize bu olanağı sağlayan halka bu vatanı en iyi
şekilde hizmet eden genç beyinler olalım.
İstedik ki vatanımız özgür,
halklarımız mutlu olsun.
Seviyoruz vatanımızı. Vatanımızı
sevmeyen var mıdır aranızda. Hayır, gençlik, bu vatanı kanlarıyla sulayan
cesetlerimizin üzerine hiç basmadı.
Hayır, gençlik vatanında yoksul
halkın acılarını, emperyalistlerin çizmelerini kendi yüreğinde hissetti.
Halktan yana, haklıdan yana olan
gençlik, bu vatan bizim haykırışlarıyla, gençlik için, gelecek için 6. Filoyu
denize döktü, Kocamustafapaşa'da halkla buluştu,
Beyazıt'ta gün ortasında düşen 7 can oldu. Oradan gürledi bir volkan gibi.
Alanlarda, meydanlarda halkla buluştu. Emperyalist Savaşa Hayır diyen ilk
gençlik oldu. Grev çadırlarında Paşabahçelerde işçilerle buluştu, güvenlik
aldı. Molotof ateşleriyle bu ülkenin Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez bütün
halklarının bağımsızlığını savundu. Beyazıt Meydanından, Ankara'ya, İzmir'e
yayıldı sesleri. Gençliğin sesi bağımsızlık haykırışları, bu vatan bizim
sloganları hiç susmadı. Yozlaşmaya, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı ilk
dinamiti patlatan gençlik oldu.
Genç kardeşlerimiz,
Bizler bu tarihte şanlı sayfalara
imza attık. Tarihin sayfalarını faşist pusularda katledilen arkadaşlarımız,
okul pencerelerinden dayanışmayı örgütlüyor diye atılan Seherlerimiz,
Ayhanlarımız, İsmaillerimiz, Erollarımız, Kahramanlarımız yazdılar. Bu ülkede
en çok gençler katledildi, işkence gördü, gözaltına alındı, kaybedildi.
Bizim okuduğumuz sıralar, çalıştığımız
fabrikalar, oturduğumuz çay bahçeleri böyle yiğitlere yurt oldu. Ayağınızı attığınız
her yerde her zaman onları görebilirsiniz.
Hayallerimiz, umutlarımız,
sevgilerimiz, geleceğimiz ortak.
İnsanca, kardeşçe, bir orman gibi
özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz.
İsteklerimizi, umutlarımızı
yaşama geçirmek için mücadele ettik. Gelecek güzel günler için gökten ayet
inmeyecek bize. Biz onu kendimiz yaratacağız kendi ellerimizle.
Geçmişimize bakın diyorum, orada
geleceği göreceksiniz. Tarihimize sarılın diyorum o bizi umutlarımıza
götürecek.
Bugün genç kardeşlerim,
yaşadığınız sorunlar geçmişte bizim yaşadıklarımızla aynı, farklı değil. Hatta
daha çok baskı, şiddet alabildiğine saldırı var.
Bakın Susurluk çeteleri, Çatlı'nın itleri okullarımızda saldırıyorlar.
Üniversiteler, IMF'nin istekleri doğrultusunda özelleştiriliyor. Beyin göçü
devam ediyor. Kültürümüz, değerlerimiz yozlaştırılmaya çalışılıyor. Kendi
dilimizle eğitim yapamadığımız gibi emperyalistlerin kültürüyle büyüyen gençlik
yaratılmak isteniyor.
Çocuklarımız, ortaokul
öğrencileri, liseliler;
Her gün uyuşturucu, fuhuş batağı
ile Susurluk çeteleri geleceğimizden çalıyorlar.
Liseli gençlik;
Baskıya, dayağa, okullarımızdaki
adaletsizliğe karşı örgütlenelim.
Üniversiteli gençlik;
Bağımsız demokratik bir
üniversite için, Vatanımız ve halklarımız için örgütlenelim. Bu vatanımızda
özgürce yaşamak için meslek sahibi olmak yetmiyor.
Kendi kararlarımızı kendimiz
alalım, haklarımızı arayalım, halkın gençliği olarak ileri yürüyelim.
Okuma hakkı elinden alınan genç
kardeşlerim,
Cafe
köşelerinde gençliğimizi çürütüyorlar. Gelecek kuşakların bizim yaşadıklarımızı
yaşamaması için Cephe'nin gençliği ile buluşalım. Kendi örgütlenmelerimizi
yaratalım.
Çalışan, emekçi genç kardeşlerim,
O nasırlı ellerinizle,
yüzünüzdeki acılarınızla birleştirelim ellerimizi. Çalınan emeğimizin hakkını
soralım. Birleşelim, kazanalım.
Örgütlenmek en meşru en doğal en
insani hakkımızdır.
Gençlik,
Susurluk çeteleri her gün
örgütlenerek, bizleri örgütsüz bırakıp teslim almaya çalışıyorlar. Örgütsüzlük
teslimiyettir.
Örgütleneceğiz, kazanacağız,
geleceği kuracağız.
Bugün F tipleri de sizlere
dayatılan bir saldırıdır. Bu saldırıya karşı harekete geçmek gençliğin tarihsel
sorumluluğudur.
Bu zaferi birlikte kazanacağız.
Gençlik gelecektir, gelecek güzel
günler için İLERİ.
***
Gülay
Kavak'ın Halkına Mektubu
Merhaba,
Benim
adım Gülay Kavak. Zonguldak'lıyım. 1972 doğumluyum.
1994
yılında tutsak düştüm. 2000 yılında Ümraniye'de F tipi hücreleri kapatmak için
Ekim ayında ÖLÜM ORUCUna başladım. 01.07.2001
tarihinde hastaneden tahliye oldum.
Bugün
Ölüm Orucuna kendi irademle, gönüllüğümle devam ediyorum. Hastanede çeşitli
eksik ve hatalarım oldu.
Bugün
taleplerimiz kabul edilene, tecrit ortadan kalkana kadar Ölüm Orucunu kendi irademle
sürdüreceğim. Hiçbir tıbbi müdahale bilincimi kaybettiğim koşullarda dahi
istemiyorum.
Bütün
halkımı selamlarım.
Gülay
Kavak
6
Temmuz 2001
(Tahliye
edildikten sonra ölüm orucuna Küçükarmutlu'da devam
ettiğine dair kamuoyuna yaptığı açıklama)
***
Vasiyetimdir;
Cenaze
törenimin düğün gibi olmasını istiyorum. Mesela; Tokat semahı dönsünler.
Değişik yörelerin halk oyunu kıyafeti giyilip o yörenin oyunları oynanabilir.
Dev Genç'liler fular cephe fularları takabilir, meşaleler olabilir. Armutlu cemevinden sonra cami'ye götürülmek isterim. Sonra benim
başımda kırmızı pullu duvak olsun isterim. Parti'nin bana gönderdiği kırmızı
tişört ve kırmızı pijamayı giymek isterim. Göğsümde cephe yıldızı bayrağımız
olsun isterim. Dayının resmi benim katafalkımın karşısında olmalı.
Ali
Rıza amca ve Nadire ana cenazemde olsun, başsağlığı ve taziyeleri onların kabul
etmelerini isterim. Eşimin ablası Kevser Karakaş'ın cenazemde olmasını isterim.
Hasköy’de eşimin yanına gömülmek istiyorum. Bu konuda daha önceden bilgi
vermiştim.
Bunların
dışında cenazeme yönelik ayrıntıları yoldaşlarıma bırakıyorum. Benim mezarıma
defne ağacı dikilmesini, gerilla yürüyüşü yapılmasını istiyorum. Nadire Ana
konuşma yapabilir, bunu istiyorum. Ben şehit düştükten sonra 2000 ölüm orucu ve
değişik direniş ve çatışmalarda şehit düşen tüm yoldaşlarımın mezarlarına
karanfil tohumları ekilsin istiyorum. Şehit düştü haberi verilirken helva
yapılsın herkese dağıtılsın isterim. Şehit düştüğüm gün üzerimde çıkan
elbiseleri Şükran anaya versinler. Yüzüklerim parti'ye verilsin.
Parti'mi
yoldaşlarımı direnişimizin kararlılığı ve coşkusuyla selamlıyorum, sımsıkı kucaklıyorum.
Sevgilerle...
25.07.200l
Gülay
Kavak
***
GÜLAY
KAVAK ANLATIYOR:
“Zafere
kadar...”
Vatan: Neden direnişi sürdürüyorsunuz?
Gülay Kavak: Direnişi sürdürüyorum
çünkü direnişimiz teslimiyete, ihanete karşı sürdürülen bir direniş. Aylardır
direniş içindeyiz. Nedeni de, bizi teslim almaya çalıştılar, halen daha teslim
almak için çabalıyorlar. Bu uygulamalar sadece devrimcileri teslim almak için
değil bütün halkı teslim almak için sürdürülüyor. Çünkü devlet devrimci
tutsakları teslim alarak bütün bir halkı teslim almayı hedefliyor. Burada aslında teslim alınmak istenen insan onuru, namusu, ahlakı. Ve
bizi yok etmek istiyorlar. Yok edilmek istenen onursa,
namussa, ahlaksa; bir insan onursuz yaşayabilir mi? Bir insan namussuz
yaşayabilir mi? Yaşarım cevabını veren ölüdür. O insan değildir.
Bizim
ülkemizi emperyalistler yönetiyor. Emperyalistler bir tane bakan atamışlar.
Eskiden göstermelik de olsa seçim oyunu vardı. Oysa şimdi emperyalizm kimseye danışmaksızın,
sen bu ülkeyi yönet, diye bir bakan atıyor. Bizse insanların eşit olduğu, bu
insanların bağımsız bir şekilde söz karar hakkının olduğu bir ülke, bağımsız
bir ülke için direniyoruz. Bu yaşadığımız dönem içinde pekçok
arkadaşımız bu devlet tarafından öldürüldü, katledildi, işkencelerden geçirildi.
Kendim yaşadım, gördüm. Canlı tanığıyım. Devlet bizi şimdi tahliye etti. Bizi
düşündüğünden değil bu, mantığı, aman tahliye olsunlar elimde ölmesinler...
Böylece ölümlerin önüne geçmeye çalıştı. Çünkü ölüm orucunu bitiremediler.
Bugün böyle yaparak bitirmeyi hedefliyor. Ve biz de direnişimizi artarak
sürdürüyoruz. Daha güçlüyüz çünkü halkımızın içindeyiz. Yan yanayız onlarla.
Vatan: Hastanelerde neler yaşadınız, ayrıntılarıyla anlatır mısınız?
Gülay Kavak: 19 Aralık'tan sonra beni
önce Bayrampaşa Hastanesine kaldırdılar. Oradan Haydarpaşa'ya götürdüler. Haydarpaşa'da
başımıza 10-15 doktor geldi. Tedaviyi kabul ediyor musunuz diye bir sürü şey söyledi.
Biz tedavi kabul etmeyeceğimizi, hastanelerde kalmak istemediğimizi söyledik.
Baktılar sonuç alamıyorlar, bizi ayaklarımızdan yataklara zincirlediler. Bu
zincirler yüzünden hareket etmekte güçlük çekiyorduk. Kapıda polisler
bekliyorlardı. Oysa kendi yasalarına göre bile olmaması gereken birşeydi bu. Biz tutukluyuz. Normalde gardiyanlar durması
gerekirken onu yapmadılar. Bayan polisi içeride bizim başımızda beklettiler.
Tedavi kabul etmiyoruz, yemek getirdiler. Yemekler masada yarım saat kalacak
diyorlardı. Sonrasında hücrelere geri götürdüler. İki gün hastaneye iki gün hapisaneye götürüyorlardı. Aslında tedaviyi kabul
etmediğimizi biliyorlardı. Gecenin bir yarısı hücrelerden sürükleyerek
çıkardılar. Çok çeşitli hastanelere götürdüler. Kartal Devlet Hastanesi'ne,
özel araştırma hastanelerine kaldırdılar. Orası tam bir işkence merkezi gibi
çalışıyordu. Özellikle son dönemde bizi tecrit ettiler. Ailemizle doğru dürüst
görüşemiyorduk. Avukatlarımızla görüşmek istedik, kabul etmediler. Son dönemde
tamamen tecrit koşullarında kaldık. Hastanenin bir bölümünü tamamen
boşaltmışlar, 5 kişinin kalabileceği odada tek başımıza kalıyorduk. Askerler
kaldığımız odada bekliyordu. Bu bir kere bizim halkımızın değerlerine aykırı birşey. Düşman başta biz devrimci tutsaklar olmak üzere tüm
halka bir savaş açtı. Bir yanımızda asker yatıyor. Bu ahlak olarak bile kabul edilemez.
Can güvenliğimiz sürekli tehdit altındaydı. Sonra sürekli içeri polisler giriyordu.
Psikolog bile getirdiler. Askeri, doktoru, personeliyle tamamen bir işbirliği
içindeydiler. İşkencecilerin papazı gibi, "kendine yazık ediyorsun, niye
böyle yapıyorsun" diyorlardı. Akıllarınca ikna etmeye çalışıyorlardı. Biz
en baştan beri bilincimiz kapansa dahi tedaviyi kabul etmediğimizi belirtmemize
rağmen bilincimizi yitirdiğimizde serum taktılar. Kendimize gelip
çıkardığımızda bu kez bir daha müdahale ettiler. Resmen işkence yapıyorlardı.
Bunun dışında yaşadıklarımız da oldu. Hastanede kalmayı kabul etmediğimiz halde
zorla hastanede tutulduk. Bunun için tartıştık, suyu kestik. Biz
kıpırdayamayan, yerinden hareket edemeyen insanlar olarak ihtiyaçlarımızı
karşılamada güçlük çekiyorduk. Mesela tuvalete giderken zorlanıyorduk. Askerler
sürekli kapıyı açık tutuyordu. Ne hemşireler ne hastabakıcılar gelmediler.
Yaşadıklarımız bunlarla sınırlı değil tabii.Aslında
verilebilecek çok örnek var.
Vatan: Devlet tahliyelerle neyi amaçlıyor, ne yapmaya çalışıyor?
Gülay Kavak: Doğrusu bizi tahliye
edeceğini tahmin etmiyorduk. Bu devletin manevralarından,
ayak oyunlarından biri. Bununla, "onlar ölüm orucunda, biz onları dışarıya
çıkarıyoruz, ailelerine kavuşturuyoruz, biz onların tanıttığı gibi değiliz"
mesajını vermeye çalıştılar. Böylelikle halkın devlete olan tepkisini azaltmaya
çalışıyorlar. Bir taraftan sayısız insanı katletmiş, çıkan insanlara da;
"seni tahliye ediyorum, bir daha aynı şeyleri yapma, bırak" demeye
getiriyor. Yani devrimcilikten vazgeçirmeye çalışıyor. Diğer taraftan gazeteler
buna inanıyor. Bu onların açmazları aslında. Çünkü
yapmaya çalıştıkları aylardır hastanede tutarak ölümlerin önüne geçmekti, ama o
kadar müdahaleye rağmen ölümlerin önüne geçemediler. Birçok yoldaşımız bu oyunu
bozmayı başardı. Bundan dolayı ölümlerin sorumluluğunu üzerinden atmak, hem de
tedavi masraflarından kurtulmayı amaçlıyor. Ama temelde direnişi bitiremediler
ve belki böyle bitiririz diye bizleri tahliye ettiler.
Vatan: Sizce bu direniş nereye kadar sürecek?
Gülay Kavak: Zafere kadar sürecek.
Bizim istediklerimiz atla deve değil. Bizim istediklerimiz insanca yaşama
koşullarının sağlanması. Bir insan kendi evinde bile yalnız başına yaşayamaz.
Hücrelerde, tecritte bulunan yoldaşlarımız yıllarca bu koşullarda yaşamaya mahkum edilmeye çalışılıyor. Biz tecritin
kaldırılmasını istiyoruz. Aslında biz devrimciler olarak iktidarı istiyoruz
ancak ölüm orucu yapmamızın nedeni devletin hapisanelerde
insani koşulların biran önce sağlanması içindir.
(Bu röportajın kısaltılmış
hali 30 Temmuz 2001 tarihli
Yaşadığımız
Vatan'ın 101. Sayısında yayınlanmıştır.)
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...